Page 8 - 34. sayi

Basic HTML Version

Yazı
6
Küçük Adamdan Büyük Öğretiler
Mina AKÇEN
Ste. Pulcherie Fransız Lisesi / Türk Müdür Başyardımcısı
Dünyaya geldiğimiz ilk anlardan itibaren çevremizde olup
bitenler, duyduğumuz sesler, bilinçli ya da yarı bilinçli
algımıza ve duyularımıza hitap eden tüm uyaranlar aslında
gelecekte şekillenecek kişiliğimizin ilk tohumlarıdır.
Hayal dünyası işte o dönemde yavaş yavaş gelişmeye başlar.
İmgeler o hayal dünyasının içinde birbirinden farklı anlamlar
içerirken gerçekleri de ifade eden boyutlar taşır dünyamızda.
Milli Eğitim Bakanlığı'mızın 100 Temel Eser listesinde yer alan,
Fransız yazar Saint-Exupéry'nin ''Küçük Prens'' 'inde dediği
gibi; Büyüklerin sadece bir şapka diye algıladığı oysa ki bir li
yutan boa yılanının resmedildiği imge altı yaşındaki bir
çocuğun hayal dünyasının ne denli derin olduğunun, buna bir
de çok yetenekli olmasa da resim yapmaktan aldığı key de
katarsak hayal dünyasının yaşına oranla ne denli derin olduğunu
fark ederiz.
Bir de üzerine büyük adamların coğrafyayla, tarihle, hesap
kitapla, dilbilgisiyle ilgilenmesini söylemeleri zamanla yaratıcı
gerçeğe dönüşebilecek hayallerinin ilk adımda kırılması diye
tanımlanabilir. Sonuç, o çocuğun ilk ve son resmi li yutan boa
yılanı olarak kalır ve unutulup gider. Yıllar sonra bir koyun
çizmesi istendiğinde de yıllar öncesinde yaşadığı olumsuz
deneyim bir anda hafızasında tazelenerek atacağı adıma
engel olabilir.
''Büyükler sayılardan hoşlanır” der, altı yaşındaki çocuk, yeni
bir dosttan söz ederseniz sizi kesinlikleözüüzerine sorgulamazlar;
''Sesi nasıldır ? Hangi oyunları sever ? Kelebek koleksiyonu
yapar mı ? diye sormazlar. “Yaşını, kaç kardeşi, olduğunu, kaç
kilo geldiğini ve babasının ne iş yaptığını sorarlar daha çok.''
Oysa biz eğitimciler her çocuk ayrı bir dünyadır deriz ve bu
görüşten yola çıkarak her birinin kendi içinde ayrı ayrı düşünüp
değerlendirilmesi gerektiğini vurgularız, o halde onları tanıma
anlama ve kazanımlarını takip etme aşamasında ciddi bir
yüzde oranının bu bağlamda ele alıp yönlendirmelerimizde
tek düze ve tek tip yaklaşımlardan uzak durmaya ciddi özen
göstermemiz gerekmez mi?
Ve bir başka gerçeğimiz daha vardır eğitim dünyamızda
''aidiyet duygusu'' 'nu gençlerimize özünde hissettirmek, zira,
kurumu kurumsal yapan, öğretimi gerçek bir eğitime uyarla-
yarak bağlılık hissini pekiştiren, birebir yaşayıp, içinde aktif
oldukça baha çok benimseyen ve benimsedikçe de daha çok
emek verip başarıyı daha da keyi e yakalayan öğrencilerle
çalışmak bizi de daha memnun ve istekli kılmaz mı?
Aynı ''Tilki'' 'nin ''Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin,
insanlarınsa hiç bir şeyi anlayacak vakitleri yok, her şeyi
dükkandan hazır alırlar...'' dediği gibi satın almayı değil
dostlukları, deneyimleri, ilime, bilime ve hayata dair her türlü
öğretiyi gayret göstererek elde etme öğretisi kazanımların en
başında gelmeli.
Çünkü yetiştirdiğimiz gülü diğerlerinden farklı kılan ona
verdiğimiz emek, ayırdığımız zamandır. Eşsiz ya da sıradan
olduğu ancak verilen emekle belirginleşir. Zira o verilen
emeğin içinde sevgi vardır, dostluk, içtenlik, mutluluk, özen,
sorumluluk ve yararlılık saklıdır, insanı insan yapan ve hayata
bağlayan en temel değerler olarak...
Bir başka bölümde ise : '' İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman
doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez'' der
Küçük Prens. Materyalist bir bakış açısıyla ve ben diliyle, elde
ettikçe mutlu olduğunu zanneden bir toplumsal anlayışa
doğru adım adım ilerlerken bu anlayışın hakimiyetine ancak
yüreğiyle bakabilen ve biz dili kullanabilen bireyler yetiştire-
bilirsek ''dur'' diyebiliriz.
Ve ''sorgulayan gençler yetiştirme'' adeta bir slogan, eğitimdeki
hede erimizin ayrılmaz bir parçası haline geldi. Analitik bakış
açısıyla düşünen, soran sorgulayan bireyler olarak yaşamda
yerini almak çok güzel ve olması gereken, pekiyi ama bu
bağlamda kendisini de sorgulayan, karşısındakini yargılama-
dan önce en zoru olsa bile kendini yargılamayı bilen bireyler
yetiştirmek de hede erimiz arasında yer alırsa eğitim daha da
etkin ve tamamlayıcı olmaz mı ?
Bir taraftan farklı yaş gruplarıyla aynı dünyayı paylaşan eğitim
dünyasının üyeleri olarak, diğer taraftan da sağduyu, cesaret-
lendirme, hoşgörü ile olabildiğince doğru ölçül3erde çizilmiş
bir çerçevenin içinde istikrar, denge ve adalet ilkelerini bir
bütün olarak eğitim hayatına geçirmek, Küçük Prens'in o saf
ama bir o kadar da düşündüren ve mesaj veren felsefesine bizi
olabildiğince yakınlaştırır ve yaklaştırır.
Kısacası içimizdeki çocuğu kaybetmeden, geleceğini şekillendirme
sorumluluğuna sahip olduğumuz paydaşımızın dünyasından
uzaklaşmadan, paylaşımlarımızda karşılılık ilkesini hep merkezde
tutarak inşa edelim toplumumuzun geleceğini.