Page 46 - 34. sayi

Basic HTML Version

1 .Toplumdaki herkese düşüncelerini serbestçe açıklayabilme
fırsatı tanıma.
2. Temel hak ve hürriyetlere karşılıklı olarak saygı göstermeyi
prensip haline getirme.
3. Karşıdaki insanı dikkatli ve önyargısız bir şekilde dinleme,
görüşleri paylaşılmasa bile kendini onun yerine koyarak
duygu ve düşüncelerini anlamaya çalışma.
4. Kendi görüş ve düşüncelerini önyargısız olarak ortaya
koyma.
5. Üzerinde görüş birliği bulunmayan konularla ilgili problemlerin
çözümünde tüm tekli eri ciddiyetle değerlendirme.
6. Düşünce ve uygulamalarda ortak paydalar aramaya çalışma.
İnsanlar arası ilişkilerin karşılıklı anlayış, saygı, tolerans ve
yardımlaşma temeline dayalı olarak gerçekleşebilmesi için
ailede, okulda, sokakta, işyerinde, çalışma hayatında, kısacası
insanın olduğu her yerde hoşgörü kültürünün geliştirilmesi
gerekir. Hoşgörü, öncelikle eğitimle kazandırılabilecek bir
anlayıştır. Eğitimde, kişinin doğuştan sahip olduğu yeteneklerini
olumlu ve dengeli bir şekilde geliştirmek, kültürel değerleri
korumak ve bu değerlerin devamını sağlamak, temeli sevgi ve
hoşgörüye dayalı bir eğitim anlayışı ile gerçekleştirilebilir.
Hoşgörü ilkesi doğrultusunda eğitilen fertler daha hür ve
daha barış yanlısıdırlar. Hoşgörü anlayışından yoksun bir
eğitim anlayışıyla yetişen fertlerin ise taassuba, suça ve
şiddete eğilimleri daha fazladır.
Toplumdaki her kişi, yaratılış özelliği, kişilik yapısı, hayatı ve
karşılaştığı olayları değerlendiriş şekli itibarıyla ortak inanç ve
değerlere sahip olduğu gibi, diğerlerinden farklı vası ara da
sahiptirler. İşte kişilerin ortak paydasını oluşturan bu değerleri
yetişmekte olan nesle kazandırmak öncelikle eğitimin görevidir.
Eğitimin amacı olan, iyi insan iyi vatandaş, iyi üretici yetiştirilmesini
kendi döneminde başarı ile gerçekleştiren ahî birlikleri;
eğitim, istihdam üretim üçlüsünü en mükemmel şekilde
kurmuştu. Ahîlik; eğitimi, hayat boyu süren bir faaliyet olarak
düşünmüş ve mesleki eğitim ile genel eğitimi birbirini
tamamlayan unsurlar olarak ele almış ve uygulamıştır.
Ahî birlikleri; Müslüman Türklerin ekonomik, sosyal ve kültürel
hayatlarında köklü değişikliklerin olduğu bir dönemde
parçalanan aşiret bağlarının yerine yerleşik hayat tarzına
uygun koruyucu değerler meydana getirmek, Bizanslılara
karşı Müslüman Türklerin haklarını korumak ve toplumda
huzurun sağlanmasına yardımcı olmak amacıyla kurulmuştur.
Bu teşkilat islam inancıyla Türk geleneklerinin kaynaştırılmasından
meydana gelen orijinal bir sentezdir.
Her ülkede eğitim felsefesi ve sistemi; o ülkenin ekonomik,
sosyal ve kültürel yapısı ile sınırlanır ve tayin edilir. Bir ülkeden
başka ülkeye eğitim felsefesi ve sistemi ithal ve ihraç
edilemez. Bunun için her millet; tarihinden, ekonomik, sosyal
ve kültürel geçmişinden ilham alarak çağın gereklerine uygun
bir millî eğitim politikası tespit etmek ve buna göre bir eğitim
sistemi belirlemek zorundadır. Her ülkede Müslüman – Türk’e
has bir eğitim anlayışı geliştirerek kendi sistemini kuran ahî
birliklerinin bu yönüyle incelenmesi gerekir. Sistem incelendiğinde
bunun bir gönül işi, bir gönüllülük işi olduğu ortaya çıkar.
Osmanlı devleti’nin kuruluşunda da rol oynayan ahî birlikleri,
Müslüman-Türk toplumunun ekonomik, sosyal ve kültürel
hayatını tanzim eden kurumlardan biri olarak devlet desteği
olmaksızın, varlığını devam ettirmiştir. Bu gerçek, ahîliğin çok
sağlam temeller üzerine kurulduğunu ispat eder. Şüphesiz, bu
düşüncenin en önemli tarafı “insan”a bakış tarzıdır.
Ahîlik, insanı en yüce varlık olarak kabul eden ve her şeyi onun
dünya ve ahîret mutluluğu için düzenleyen bir düşünce
sistemidir. Bu sistemde, diğer her şey bu amaca hizmet eden
birer araçtır. Bu düşünce, diğer sistemler tarafından da kabul
ediliyor gibi görünür. Ancak birçok sistem uygulamada insanı
bazı amaçları gerçekleştirecek birer araç durumuna düşürmektedir.
Makinenin bir dişlisinden farkı kalmayan insanların da mutluluk-
larından bahsedilemez. Nitekim o sistemlerin insanları mutlu
etmek için alıyor göründükleri tedbirler de, aslında onların
görevlerini daha iyi yapmaları içindir.
Yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevme anlayışına dayanarak
incitmeme ve incinmemeyi prensip haline getiren tasavvu
yorumlar, birlikte yaşama ve hoşgörü kültürünün gelişip
yayılmasına büyük katkı sağlamıştır. Hoca Ahmet Yesevi,
Mevlana, Yunus Emre ve Hacı Bektaşı Veli gibi şahsiyetler,
birlikte yaşama ve hoşgörü kültürünü toplumun bütün
katmanlarına ulaştırmışlardır.
11. yüzyıl şairlerindenYusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig isimli
eserinde, “İnsanın gönlü incedir, o bir sırça saraya benzer, ona
çok dikkat et, kaba söz söyleme kırılır.” diyerek birlikte
yaşamanın ve hoşgörü kültürünün en önemli şartının gönül
incitmemek olduğunu belirtmiştir.
Geriye bakıp kendi kendimizi düşündüğümüz zaman
görüyoruz ki Hoca Ahmet yesevi ile orta Asya’da başlayan ve
daha sonra Ahî Evran , Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana, Yunus ile
devam eden çizgi bugün dünyanın dikkatini çekiyor. Bu
çizginin içerisinde bugün insanlığın aradığı çok önemli değerler
var. Bu büyük değerlerin başında; hak, adalet, sevgi, hoşgörü,
şefkat gibi insanı insan yapan kurumlar gelmektedir. Bunu
bizim ecdadımız sadece söylemiş değil; uygulamış, yaşamış ve
bir büyük toplum olma vasfını kazanmıştır.
Bizim aradığımız iyi ahlaktır, bizim değil; dünyanın aradığı iyi
ahlaktır. İyi ahlak dediğimiz şey güzel şeylerin üstüne oturuyor.
Bizim toplumumuz bunu çarşısına pazarına hâkim kıldığı için,
insanlar kendi aralarında, kendi kendilerini kontrol edecek
mekanizmaları meydana çıkardıkları için, adeta kendi kendine
oto kontrol getirmiş bir toplumu meydana getirdikleri için
huzur bulmuşlardır.
Hoşgörü kültürünün en önemli temsilcilerinden biri olan
Mevlana’ya da değinecek olursak, Mevlana birlikte yaşamanın
ve hoşgörü kültürünün temel felsefesini şu veciz ifadeleriyle
dile getirmiştir:
Makale
44